Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

24 Aralık 2014

Elde Börek



Beşiktaş pazar yolunda güzel, şirin bir cafe fırın Elde Börek.
Bir anne almış kızını yanına, güzel yemekler yaparken yaparken bakmış herkesler beğeniyor, talep çok, işi büyütmüş, kocaman bir atölye mutfak kiralanmış. Marifetli anne, eli lezzetli ev kadınlarıyla birlikte çalışmaya başlamış.Lezzet katlanmış, sığamamış o mutfağa.
Önce Beşiktaş Cumartesi pazarında kocaman bir tezgah açmışlar. Yetmemiş arkasından Beşiktaş'ta bir dükkan açmışlar.

Hamur işleri ve yemeklerin çoğu büyük mutfakta hazırlanıp Beşiktaş'a geliyor, burada pişiyor. Sıcacık, taze taze..Zeytinyağlılar ve öğle yemekleri annemizin gelini tarafından hazırlanıyor. Çalışanların hepsi kadın ve yaptıkları her şey çok lezzetli. Bir kere mekana kadın eli değdiği öyle belli ki.. Pırıl pırıl her şey, her yer; güler yüz başınızı çevirdiğiniz her yerde:-)
Kendinizi evinizde gibi hissediyorsunuz..




Kahvaltı, börek, poğaça, çeşit çeşit ev reçelleri, kek, mantı, kurabiyeler, börek, baklava, zeytinyağlılar, ev yemekleri ne ararsanız var...
Yemeğe misafiriniz var ve her şeye yetişemeyecekseniz; önceden anlaşıp oradan yemek sipariş edebilirsiniz. Ya da çaya misafiriniz var, siz çayı koyun, gerisini onlara bırakın:-)

Girişte sizi bu güzel zeytinyağlı dolmalar karşılıyor. Sevenleri için baştan çıkarıcı bir lezzet. Gören zaten baştan çıkıp bir adım atıyor içeriye :-)













Anne eli değmiş nefis ev yapımı reçeller.. Hem kahvaltıda sunuluyor hem de isterseniz satın alabiliyorsunuz..
Masaya gelen her şeyi yerinden organik alıyorlar. Kendileri ne yiyorsa misafirlerine de onu yediriyorlar. Peynir yerinden, zeytin yerinden, tereyağı, zeytinyağı en hasından, 
Börekler tabii ki elde açılıyor:-) Ne demişler?  Elde Börek:-) 










Kahvaltıya gittim iki kere.. Daha arkadaşlarımla gideceğim..
Yemeklerini deneyeceğim sonra da..İlk sıraya mantıyı koydum elbette:-)

Elde Börek hakkında daha fazla bilgi için:
Elde Börek
Telefon:0532 221 21 86- 0216 441 44 14 

Şimdiden afiyet olsun:-)






29 Kasım 2014

Bilmemek Aslında İyi Bir Şey





Geçen yıl yazdığım ve bastırdığım kitabım için Facebook'ta sayfa açmamıştım. Arkadaşım önerdi. Açtım. Söz dinlerim:-)

Yazdıklarım geçen yıl yaptığım iki imza günüyle tanıdığım tanımadığım birçok kişiye ulaştı. Tanıdıklarım, beni tanıyanlar, blogdan takip edenler güzel sözleriyle mutlu ettiler.
Tanımadıklarımın yorumları da ayrıca değerliydi..



Yazı yazmak, kitaba dönüştürmek vs. zaman alan, sancılı bir süreç ama kitap okura ulaştıktan sonra başlıyormuş asıl sancı:-) Ne düşünüyorlar, kendilerinden bir şey buldular mı? Sevdiler mi? Hissettiler mi? Öyle çok karışıyor ki insan.. Ama sonra zaman içinde güzel yorumlar çözüyor, rahatlatıyor..

Kitap hala kitapçılarda satılmıyor:-) Kitabı edinmek için Facebook'ta özel mesajla Didem Bostancı Ünüvar ile iletişime geçebilirsiniz.

Yeni yazılar yazabilmek, kelimelerime birlikte dokunabilmek umuduyla..

Not: Beğendiğiniz, ben de böyle hissediyorum dediğiniz, kelime, yazı, paragraf her ne ise o, burada ya da Facebook sayfamda paylaşmanız çok mutlu ederdi. Yenilerini yazmaya itici güç olma ihtimali
yüksek:-)


Facebook sayfama 'Bilmemek Aslında İyi Bir Şey" diye arattığınızda ulaşacaksınız:-)

27 Ekim 2014

Seramik Tencere ve Tava



                                                                            Ceraware

Yıllardır kullandığımız çelik tencerelerden sonra teflonlar çıktı piyasaya. Kullandık, hooop, modası geçti.
Şimdi seramik zamanı.
Ne zamandır ben de bakınıyorum seramik tencere ve tavalara.
Şekil, desen, renk... Seç seçebilirsen. Öyle zarif ve şıklar ki, sanki tencere değil aksesuar alıyorsunuz mutfağınıza:-)



Teflonların zararlı içeriklerinden seramiklerde yok. Daha sağlıklı.
Yapışmıyor, çizilmiyor, fırında da kullanılabiliyor. Doğrusu benim en hoşuma giden kısmı da bulaşık makinesinde yıkanabiliyor. Tembelim ne yapayım; bulaşık, iş güç zaten sevmiyorum, bir de tencere mi yıkayacağım:-)



                                                                         Ceraware

Bir takım kırmızı seramik tencere ve seramik tava alayım diyorum. Ee, beş kuruş fazla olsun, kırmızı olsun:-)

28 Eylül 2014

Küçüklük Gözlerim

Hafta sonu Cağaloğlu yokuşunda gördüm küçüklük gözlerimi. Önce gördüğüm; bir anne ve yanındaki çocuklardı. Uzaktan çektim, sonra yaklaştım yanlarına. Anne tedirgindi. Küçük kız habersizdi benden. Bir yandan izin istemem gerek biliyorum, bir yandan çekiniyorum ama yine de çekiyorum.. Annenin rahatsız olmadığını görünce ben de rahatladım. Küçümeni çekmeye devam ettim.. Çekerken fark etmedim. Sonradan gördüm ki bu gözlerle kan bağım var benim... Küçüklük gözlerim aynı böyle bakardı, kocaman kocaman.. Bir yandan üzülüyorum gözkardeşimin sokakta oluşuna..Bir yandan küçümen gözlerimle tekrar karşılaştığım için seviniyorum... Fotoğraflara her bakışımda içimde bir sıcaklık Tekrar gidip göresim var gözlerimi. Sevesim var küçük güzelliği..




                                                               Hala habersiz onu çektiğimden...


Elindeki şişe kapağıyla oynamaya devam ediyor...


Beni gördü, ne yaptığımı anlamaya çalışıyor...


Tedirgin...


Meraklı...


Ürkek... Beden dili bile kapalı bana...


Kızmaya başladı sanırım:-)


Adını sordum. Cevap vermedi. Annesine sordum. "Suriye" dediğini anladım sadece..Beni anlamadılar, ben de onları ama niyetim kötü değildi, bildiler...


Annesiyle konuştuğumu, annenin bana sıcak davrandığını görünce rahatladı. 


Çektiğim fotoğrafları gösterince sevindi:-)


Beden dili de çözüldü:-)


Ve mutlu son:-)






İşte bu da benim küçüklük gözlerim:-)

Not: Sokakta yaşayan tüm çocuklara ve annelerine Allah yardım etsin dilerim.. Çocuklar o hayatı seçmiyorlar yaşamak diye... Çocuklarını dilendirerek onların üzerinden yaşamlarını sürdüren anne babalara kızgınım, kırgınım... Ama bir şeyler satarak, yaşam savaşı vermeye çalışanlar kalbime dokunuyor her defa...  Emek veriyor çünkü, el açmıyor sapasağlamken... Ya da sapasağlam bedenine engelli görüntüsü verip kandırmıyor vicdanlarımızı.. Yine de her şekilde, herkes kendi cehenneminde yaşıyor. Hangisi neden o halde bilmiyoruz..
 İyilik yağsın hepsinin üstüne...




02 Eylül 2014

Hangi Mevsim?


Yaptığım bir istatistiğe göre; kim hangi mevsimde doğmuşsa o mevsime meftun.
Ben bahar çocuğuyum mesela; Mayıslıyım. Bahar dalları, ılık tatlı esinti, güneş, çiçek böcekle gelin bana.
Kış sevmem, soğuk. Her daim üşürüm. Kışın hiç ısınmayan ayaklarım, kulaklarım ve burnum var benim:-)

Sonbaharı sevmem, hüznünü istemem. Erkenden kararan hava hüzünlendirir, küstürür. Günler kısalır, hava durgunlaşır, güneş eteklerini toplayıp başka ülkelere raksa gider.
( Milyar yıllık güneşi de rakkas yaptım ya:-) )
Oysa günler uzayınca, aydınlanınca ben de  ışıklanıyorum, barışıyorum.

Yaz...Sıcağını sevemediğim yaz. Bu yıl nefes aldırmadı. Hareket etme, klimalı serin bir yerde öylece kal, dedirtti. Güneşin alnında çalışmak zorunda kalanlara dualar ettirtti.

Her mevsim kendi çocuğunu koynunda pışpışlıyor.
Her çocuk kendi mevsimine ait, mutlu.

Kışın üşüyoruz. Yazın pişiyoruz:)
Sonbahar hüzün. Bahar mutluluk.
Yazınca fark ettim; sonbahar ve bahar duygu yüklü, romantik. Diğer ikisi yaramaz çocuk:-)

Olsun, yine de dört mevsimi sıcağıyla, soğuğuyla, duygusuyla yaşadığımız bir ülkede doğduğuma şükrediyorum.

Hüzünlü sonbaharınız hayırlı olsun sonbahar çocukları.
Baharımı bekleyeceğim ben daha...

Not: Yazıverin siz de, hangi mevsimlisiniz?
Ait misiniz mevsiminize?
Nesine bir de...


22 Nisan 2014

Okumak ve yazmak biter mi?





Biri bana bitmez, durur, ara verir biraz,desin.
Aylardır kitap okuyamıyorum, aylardan daha fazla aylardır şöyle kendini yazdıran yazılar yazamıyorum..
Varsa yoksa fotoğraf ve Instagram.
Tamam fotoğraf çekmeye bayılıyorum ama yanında yazı da yazsam fena mı olur yani?
Çıkmıyor tek cümle. Buraya kadar yazdıklarım kendimi şikayet. Yazıdan saymıyoruz:-)
Yazı yazmak ne ki? Aklına düşen bir kelimenin, içine düşen bir hissiyatın peşinden gitmek. Seni buraya getirip bilgisayarın başına oturtuyor. Sonra beyin parmaklara emir veriyor harflere basması için.
Hepsi bu.
O hissi özledim işte.
Kendimle konuşmayı, içimin, kalbimin, aklımın kuytularında, bazen varlığından bile haberim olmayan kelimelerin ekrana düşmesini özledim.
Serüven.
Başlarsın, nereye gideceğini, nasıl sonlanacağını bilmezsin. Ama istersin ve başlarsın.
E, isteyeyim ve başlayayım artık diyorum.. :-)




15 Ocak 2014

Ben yazdım, ben yazdım:-)





Yazmak, kendimi ifade edebilmemin en güvenilir yolu. Konuşmaktansa yazmak.
İnsanlar konuşa konuşa, Nuraylar yazışa yazışa:-)
Telefonla aramaktansa mesaj yazmayı tercih edenlerdenim.
Konuşarak çözülmeyen sorunları mail yoluyla çözmeye çalışanlardanım. Tamam, konuşurken, ses, mimik, jest, vücut dili destek kuvvettir fakat karşılıklı kendini savunmaya çalışırken, birbirinin sözünü kesiverirken, söyleyeceğini unutmuşken, tam olarak kendini anlatamayabiliyor insan.

Yazarken bir yazıp bin düşünebiliriz. Laf ağızdan bir kere çıkmaz. Elli kere form değiştirerek, ekleyerek, çıkartarak diyebiliriz lafımızı.
Öfkeyle yazmıyorsak; yumuşak yumuşak, empatiyle, anlayarak; gerçekten ne dediğini acele etmeden, düşünerek tane tane yazarak kendini anlatmak, doğru iletişim için iyi bir yol bana göre.
Yazmayan, konuşmayı tercih edenler var.
Bu da onların doğru yolu.

Yazmayısevengiller familyasından biri olarak bu blogu vücuda getirmek, hayatla iletişmek için de iyi bir yoldu.
Başımıza ne gelmiş, eşim dostum nelerden geçmiş, o, bu, şu niye öyle diyor, neden öyle davranıp düşünüyor; böyle olsa ne olur, olmazsa ne olur, diye bir dolu soru, konu doluşturdum bu bloga.
Gözü yaşlı yazılar dışında yazmak hep mutlu etti. Aslında onlar da içimdeki kederi, zehri gözümden akıtmak için yol oldular bana.
Evet, onları yazmak da iyi geldi.

Sonra... Kelimelerimin bir kitaba doluşması gerektiğini duyar oldum beni okuyanlardan.
Yazdıklarım baş uçlarında dursunmuş, hepsini bir arada ellerinde görmek isterlermiş. Duymak hep mutlu etti ama bu hep onlar için bir istekti, benim için bir hayal.
Gerçekleştirilebilir ama zamana yayılıp bekletilen, gerçek olsun diye çok da çabalanmayan bir hayal.
Hayalim doğum günümde hediye edilene kadar öyleydi en azından...

Nasıl, ne zaman bastırabilirim dediğim yazılarım, arkadaşımın sevgili çabalarıyla beni çooook mutlu etsin, sevinçten ağlatsın diye bir kitaba dönüştü.

Fitil ateşlendi. Hayal, gerçeğin yollarına düştü. :-)
Sıra, blog yazılarımı okumaya, seçmeye ve düzenlemeye geldi.
Kitapta olsun dediğim yazılarımı topladım verdim matbaaya.
Sıra sıra, inci inci dizilip geldiler elime:-)

Profesyonel değil, iddialı hiç değil, sadece tarihin tozlu raflarında yerini alsın, bu dünyadan geçtiğimi sevdiğime, sevenime hatırlatsın, kalplerinin bir köşesinde yazılı olarak durayım diye yapılmış bir iş bu.

Yazı başlığım şımarık, yaramaz, içten bir bildiri.
Bilin diye sadece.

İçten falan ama havalara girip imza günü bile yaptım:-)
Beni okumak isteyenlere ulaşmamın yolu buydu. Çünkü kitap yayın evi çıkışlı değil. Yazmak ve paylaşmak keyifti, zevkti, heyecandı benim için. Ama bir kitabı bastırmak, basım sürecindeki koşturmalar, bandrol, reklam, yayın evi vs. bunlarla uğraşmak zor geldi. Bu yüzden kendim bastırdım. Yani bütün müzik marketlerde ve D&R'larda bulamayacaksınız:-)
İlk imza günüme gelemeyenler için bir kere daha toplanacağız. Toplandığımız yerde bulunur diye düşünüyorum:-)
Havam bitmedi, kalanı bir dahaki sefere:-)
Havam batsın ayrıca:-p

İşte böyleyken böyle:-)
Yani, evet:
Ben yazdım, ben yazdım! :-)





Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...